• Galip Erdem Paneli

    Galip Erdem Paneli

  • Değişen Dünya Düzeninde Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Yeri

    Değişen Dünya Düzeninde Türk Milletinin ve...

  • Cumhuriyet Döneminde  Türk Hukuk Sistemindeki Gelişmeler

    Cumhuriyet Döneminde Türk Hukuk Sistemindeki...

  • Panel: Cumhuriyetin Kazanımları

    Panel: Cumhuriyetin Kazanımları

  • Konferans: Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları

    Konferans: Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları


“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”

 
Ana sayfaArşivSOSYALİZM ve MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE MEKTUPLAR

SOSYALİZM ve MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE MEKTUPLAR

2006-05-01

Bir insanın çok sevdikleri üzerinde çok hakkı vardır. Evet, henüz ger­çek bir ülkücü değilsin. Ruhunun zenginliği, yüreğinin büyüklüğü, ülkü yolunda verdiğin mücadeledeki yiğit­liğin sonucu değiştirmez. Gençsin. İnsanoğlu, gençlik çağında, herşeye olduğu gibi, ülkücülüğe de sadece adaydır. Hiç unutma: Bugün, tamamen haklı olarak, ülkücülüğe aykırı davranışlarından ötürü kınadığın ağabeylerin, senin yaşında iken, ülkücülüklerine asla toz kondurtmak istemezlerdi. Ama hayat adını ver­diğimiz düşmana yenildiler. Şimdi sapmalarını bağış­latmak için, münasip bir bahane aramanın peşine düş­müşlerdir. Sana, kendi neslimin durumunu anlatayım:
Çoğumuz ülkücülük imtihanını kazanamamış, sınıfta kalmışızdır! Kaydımız silinmiştir! Pek azımızın aday­lığı hâlâ devam ediyor: Dikkat etmelisin: Adaylık ke­limesini kullandım. Çünkü hiçbirimiz, bütün gayret­lerimize rağmen, tam bir ülkücü olamamışızdır. Da­ha bir kısmımız yarı yolda tükeneceğiz. Gerçek ülkücülüğe ne kadar yaklaşabildiğimizin hesabı son ne­feslerimizi verdikten sonra çıkarılacaktır.
Neden böyle oluyor? Sorunun cevabını daha önce de vermiştim: Hayat dediğimiz en büyük düşmana yenilmemiz yüzünden böyle oluyor. Yapımız çıkarla­rımızdan vazgeçebilmeye müsait değildir. Hele çağı­mıza hükmeden maddecilik, belki de hiç kavuşulama-yacak bir sevgili uğruna zahmet çekmemize, acılara katlanmamıza imkân vermiyor. Ancak bir müddet, ö-zellikle hiçbir sorumluluğu yüklenmediğimiz gençlik yıllarında her türlü baskıya dayanabiliyor, biraz yaş­lanıp çoluk çocuğa karışınca dökülüyoruz.
Senden istediğim, gerçek bir ülkücü olmağa ça­lışmanın, aynı zamanda bir ülkü değeri taşıdığını bil-mendir. En büyük düşmanını şimdiden tanımalısın. Hayatın boyunca, ülküne ihanet etmen için sayısız tuzaklar kurulacağını daima hatırında tutmalı, yenik düşmemeğe hazırlanmalısın. Gerçek ülkücülüğü ülkü edinecek, çağımız şartları içinde, adaylığı korumanın bile büyük bir şeref sayılması gerektiğini öğrene­ceksin. Yenik düşmemenin, ülkü kavgasını bir ömür boyu yürütebilmenin sırrı nedir? Yenilmemenin tek sır­rı vardır: Nefsini yenmek! Ama nefsini yenmek, söy­lendiği kadar kolay bir iş değildir. Nefsini yenebilen bir yiğit, bütün dünyayı yenmiş sayılır. Bu konuyu ge­lecek sohbetimizde konuşacağız.

 

Ülkücü Bir  Gençle  Sohbetler:   II MİLLİYETÇİLİK VE  ÜLKÜCÜLÜK

KENDİ varlığımıza duyduğumuz sevgi nefsimize karşı vereceğimiz mücadelede de en çetin engel ve ülkücülüğün en kuvvetli düşmanıdır. Doğru, güzel ve haklı fikirlere bağlanmak kolay, ama inandığımız fikirlerin şartlarına uymak çok zordur. İşte bundan ötürü herkes milliyetçi olabilir, fakat ülkücü olamaz. Oy­sa sen, çok defa, milliyetçilikle ülkücülüğü birbirine karıştırıyor, aralarındaki farkı hesaba katmıyorsun. Yazacaklarımı daha iyi anlayabilmen için önce bu yanlış değerlendirmeyi düzeltmem gerekecek: Tek in­sandan itibaren gittikçe genişleyen ve insanlık adını verdiğimiz en büyük toplulukla sona eren iç içe dai­reler düşün. Milletten tek insana doğru gidildikçe dairelerin küçüldüğünü, buna karşılık, milletten in­sanlığın bütününe doğru gidildikçe dairelerin büyüdüklerini göreceksin. Tek insanla millet arasındaki başlıca daireleri biliyorsun: Aile, akrabalar, hemşehriler, aynı boy (Aşiret) ve aynı bölgenin mensupları. Değişik bir açıdan bakarsan zümre, sınıf ve meslek birliklerini de saydıklarımıza katabilirsin. Milleti aşan dairelere gelince: İktisat, siyaset, medeniyet ve inanç açısından çeşitli tasnifler yapılabilir. İktisat açısın­dan insanları çalışanlar ve çalıştıranlar diye, iki sı­nıfa ayırabilirsin. Çalışanlardan meydana gelecek bir topluluk, milletten daha geniştir. Hür dünya, Demir­perde ve tarafsız ülkeler adını verdiğimiz siyasî bir­likler de milleti aşan dairelerdir. Medeniyet bakımın­dan geçmişte yerleşik, göçebe, bugün de Batı - Do­ğu ve başka isimlerle tanıdığımız yaşama tarzlarına bağlı topluluklar, tek bir milletten daha büyük bir-I liklerdir. Nihayet aynı dine inananların meydana ge-. tirdiği «Ümmet» adını verdiğimiz din birlikleri de milleti aşar. Böyle bir açıdan bakıldığı zaman mil­liyetçilik, milletin çıkarları ile milleti aşan birliklerin çıkarları çatışınca millet çıkarlarının tercih edilmesi demektir. Tarihî tarafsız bir gözle incelersen, kitap­lar ne yazarsa yazsın, bahis konusu tercihin, mutlak • çoğunluk tarafından daima uygulandığını göreceksin. Marksçı - Leninci ideolojinin bütün gayretlerine rağ­men hiç bir milletin işçileri, dünya işçilerinin ortak çı­karları uğruna, milletlerine henüz ihanet etmemişlerdir. Siyaset, medeniyet ve inanç birlikleri için de ay­nı gerçeğin varlığını ispatlayacak yüzlerce misal verilebilir.
Milliyetçilik insanın yapısına ve çıkarlarına uy­gundur. Kolay bir yol olması, herkesçe benimsenme­sinin tabiî sayılması da bu özelliğin yüzündendir. Mil­leti aşan birliklerin çıkarlarına, milletinin çıkarları ile çeliştiği vakit, hizmet etmek hiç kimseye bir şey kazandırmaz, fakat çok şey kaybettirir. İnsanlıkla mil­let arasındaki dairelere göre yapılacak bir değerlen­dirme tek insanın çıkarlarının millet çıkarları ile çe­lişmediğini ortaya koyacaktır. Milletinin yükselmesi için çalışan bir insan, aynı zamanda kendini de yük­seltir.
Milletten daha küçük dairelerin, nihayet insanın çı­karları ile milletin ortak çıkarları çatışınca durum değişiyor. Ülkücülük; milletimizin maddî ve manevî çıkarlarını, milletten daha küçük ve bize daha yakın birliklerin, nihayet nefsimizin çıkarlarına üstün tuta­bilmektir. Ülkücülük, kendimize, ailemize, şehrimize, bölgemize, sınıfımıza ve mesleğimize fayda sağlasa bile milletimize zarar verecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmaktır. «Milletimizin çıkarlarını, milleti aşan birliklerin çıkarlarına tercih etmek, özü­müzün ve yakınlarımızın çıkarları ile çelişmez» de­miştim. Ama yakınlarımızın ve nefsimizin çıkarları ile milletimizin çıkarları çok zaman çelişir. Bundan ötü rü, bir insanın milliyetçi olması tabiî bir haldir ve ülkücülükle birleşmediği takdirde, fazla bir değer ta­şımaz. Fakat ülkücülük devamlı bir fedakârlığı em­rettiğinden, pek az insanın ulaşabileceği bir üstün­lüktür.
Nefsimizin ve yakınlarımızın çıkarları ile milleti­mizin çıkarları nasıl ve niçin çelişir? Gelecek sohbe­timizde bu konuyu işleyeceğiz?

 

Ülkücü Bir   Gençle Sohbetler; III ÜLKÜCÜLÜÐÜN  GÜÇLÜKLERİ

 

ÖNCEKİ sohbetlerimizde, tam bir ülkücü olabil­meğe çalışmanın güçlüklerini anlatmak istemiştim. İnsanoğlu, zaman içinde gelişen eğitim imkânlarına rağmen, temel yapısı bakımından çok zayıf bir var­lıktır. Hayatın vazgeçilemez sandığı nazlarına; diğer bir söyleyişle, «Dünya nimetleri»nin çekiciliğine öyle­sine kapılmıştır ki, büyük hedeflere yönelmiş bir yol­culuğu göze alamaz; yüce bir ülküye bağlanmaktan duyacağı heyecanı yeryüzündeki zevk kaynaklarından alamayacağını bilemez; yüreğinin nasıl temizlenece­ğinden, ölüm korkusunu nasıl bir kolaylıkla yenece­ğinden haberi yoktur. Ülkücülüğe varmanın yalnız bir irade konusu değil, aynı zamanda bir nasip işi sayıl­ması gerektiğini hiç unutmamalısın ama, son nefesini verinceye kadar da, seçkinlerden biri olduğun düşün­cesinden hiç ayrılmamalısın Bütün insanlar gibi se­nin hayatında da yıldızının parladığı saat çalacaktır. Ömrün boyunca uyanık kalmalı, fırsatı kaçırmamağa bakmalısın.
Ulaşacağımız   beden   bazlarından  her   birinin   tarifsiz bir yorgunlukla sona ereceğini, en uzun süren ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünenlerin bile, ölümlü dünyadaki misafirliğinle birlikte biteceğini öğrenecek, öz varlığını aşan üstün bir gaye için mücadele ede­ceksin. Belki yanlış anlaşılacak, belki de budala ye­rine konacaksın. Yine de, kalabalığın hükümlerine al­dırmayacak, ruhunun zenginliğinden fakirlerin payını ayıracak, yiğitliğine yaraşır bir cömertlikle nasipsiz­lere acıyacaksın. Kısa bir deyişle, sevgili dostum, katlandığın fedakârlıkların bedelini hiç kimseye ödet meyeceksin. Verenlerden kaçacak, almağa muhtaç dü­şenleri arayacaksın.
Dünya nimetlerinin sunacağı biri diğerinden deği­şik ve sarhoş edici bazlardan uzaklaşmanın geçici acı­larını elbette inkâr edemem.  Ama sen de, eğer nasi­binde varsa ve geçireceğin çetin denemeyi başarı ile sonuçlandırırsan, «Ayrılık derdine doyamamanın» mâ­nasını anlayacak, bir başka   âlemin    sırlarına   açılan kapıdan girmene izin verilince, sahici mutluluğa ere­ceksin.  İşte  o vakit,  sokakları  temizleyen  bir  çöpçü bile  olsan,  ülküsüz  kalabalıklardan ayrı ve daha  üs­tün olduğunu görecek, alçak gönüllü davranmağa alış­tığından, hiç  şüphesiz gururlanmayacaksın. İnsan ya pısındaki bütün kusurlardan arınmanın imkânsızlığını, hiç hatâ  yapmamanın  yalnız  meleklere  tanınmış  bir imtiyaz olduğunu aklından çıkarmayacaksın.  Ülkü yo­lunda harcadığın  emeklerin,   yüksünmeden   çekeceğin zahmetlerin  yanlışlarının   azalmasına   yaradığını   gö­recek,  dünyaya gelişinin  asıl mânâsım kesinlikle an-layamasan bile,  mutlaka sezeceksin.
Bana göre, yeryüzünün tanıdığı en büyük şâirler­den bîri olduğuna hiç şüphe etmediğim Karacaoğlan'ı mız; hani nerede ve ne zaman doğduğu iyice bilin­meyen, hayatını hâlâ öğrenemedîğimiz, «Okuyup yaz­ması yoktu!» denerek küçümsenmek istenen, Âşık Ömer gibilerinin hor baktığı, emsalsiz usta var ya, işte O, bir şiirinin ilk dörtlüğünde şöyle diyor:   «Nedendir; de kömür gözlüm nedendir, Şu benim geceler uyu­madığım,  Çetin   derler ayrılığın   derdini,  Ayrı­lık  derdine   duyamadığım!» Ayrılık    derdine doyama manın zevkine   varamıyorsan,   sakın   gücenme,   ülkü cülük merdiveninin  daha ilk basamağındasın.  Okudu­ğunu bir söz oyunundan ibaret sanıyorsan,  senin adı­na  çok  üzüleceğim.   Karacaoğlan'm  şiiri   belki  yaşa­yan bir «Kömür Gözlü» için yazılmıştır;  belki de her­kesin açıklayamayacağı   bir   sırrın   anahtarıdır, yüce | bir varlığa sesleniştir. Öyle veya böyle, sonuç değiş­mez. Ayrılık  derdinin  doyulmaz tadını  yüreğinde   ta-fcşıyacak, yaşadığın müddetçe,   hiç   ara  vermeden, pe­psinde koşacaksın.
Ülkü  adını verdiğimiz   sevgili,   dünya güzellerinin içbirine benzemez. Kavuşmayı hep özleyeceksin. Sen yaklaştıkça o  uzaklaşacaktır.    Yine  de,    yalnız  O'na ijloğru  yürüyeceksin.  Belki  hiç varamayacaksın  ama, avuşmak  için çalışacaksın,  yorulacaksın, dövüşecek-ı,  hattâ  öleceksin.
Karıncanın   hikâyesini    dinledin mi,   okudun mu? 2aman bir dağı, minicik toprak kırıntılarını taşıya-[k,   ortadan   kaldırmağa   çalışırmış!   Yolcunun biri, anlıkla sormuş:  «Karınca kardeş, ne yapıyorsun?» eki, işini bırakntadan  cevap vermiş:  «Şu dağın ar­ıda bir sevgilim var.  Kavuşmamız  için  aramızdaki ilgeli yıkmam gerekiyor da!» Yolcu:   «Sen aklını  mı Içırdın?»  demiş.   «Yüce  bir   dağı   nasıl  kaldırırsın, Ucun  ne,  ömrün  ne? Vazgeç  bu  işten!»  Karıncanın Svabını  hiç  unutma,   duymamış ülkücü   arkadaşların ,  anlat:  «Ey  insanoğlu,  belki de  haklısın. Dağı ovaya  indiremem,  sevgilimi göremem  belki,  ama yo­lunda   ölmesini  bilirim ya,  ?en  ona bak!...»

Ülkücü Bir   Gençle   Sohbetler: IV ATALARIMIZIN ÜLKÜCÜLÜÐÜ

ÜLKÜCÜLER, bilinen tarihin, hiçbir döneminde, sayıca çok olmamışlardır. İnsanoğlunun zayıflığı böy­le bir sonuca imkân vermemiştir. Yine de bir cemi­yetteki ülkücü sayısının milletlere ve zamana göre değiştiği gerçeğini inkâr edemeyiz. Bazı milletler, ta­rihleri boyunca ülkücü çıkarmamış ve belli bir ülkü­ye bağlanmanın yüceliğini yaşayamamışlardır. Diğer taraftan bazı milletler de, sık sık büyük ülkücüler ye­tiştirmiş; yeryüzünün çehresine yenilik getirmişlerdir. Türk Milleti, örnek ülkücüler yetiştiren ve tarihinin büyük bir bölümünde ülkücülüğe bağlanan bir millet­tir.
Milletimiz, birkaç yüz yıl öncesine kadar «Cihan hâkimiyeti ülküsüne» inanmıştı. Cihan hakimiyeti ül­küsünün ilk belirtilerini en eski destanlarımızda bile görmekteyiz. Oğuzname, bu destanların en önemlisi-dir. Destana göre, ilk cihan hâkimiyeti Oğuz Kağan tarafından kurulmuştur. Cihan hakimiyetini hedef alan Oğuz Kağan: İlâhî bir kaynaktan gelmiş, olağanüs­tü vasıflara sahip olarak doğmuştu. Çin, Hindistan, tiran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Mısır, Rum,  Rus ve Frenk ülkelerini   feşetmişti.   Ancak   Oğuz  Kağan'ın | yaptıkları kendine şöhret ve çıkar sağlamak için de-|,ğil, belki bir vazifeyi yerine getirmek,  cihan hâkimi-İ;yeti   ülküsünü  gerçekleştirmek   içindir.   Nitekim yer-I yüzünün  dört  bir tarafındaki bütün milletlere  elçiler f göndermiş, «Ben artık  dünyanın  kağanıyım»  diyerek, 1 hepsini itaate çağırmıştır. Böyle davranmasının sebebi vardı: Kağan'ın çok akıllı ve keramet sahibi veziri Uluğ - Türk, cihan hâkimiyerinin ulu Tanrı tarafından İ Oğuz   Han'a verileceğini   müjdelemiş;   «Ey   kağanım, İ,Gök Tanrı, bütün dünyayı sana  bağışlasın»  demiştir. h Oğuz  Kağan,    hâkimiyetini kabul   etmeyen    milletler düzerine seferler açtı, dünyayı feşetti. Bugün, bir ta-cahillerin,  aptalların ve millet düşmanlarının kö­kçe saldırdıkları BOZKURT'un da Oğuz Kağan des-ıında yüce   bir  yeri    olduğunu   bilmelisin.    Gökten len bir Bozkurt; «Ey Oğuz, sen urum (Rum) üzerine [itmek   istiyorsun;   ben  senin   önünde   yürüyeceğim» Şer. Oğuz, kurdu takiple sefere çıkar; Urum ve Urus (Rus) hükümdarlarını yener, Çin, Hind, Suriye ve Mı-ülkelerini feşeder. «Ben  sizlere  oldum  kağan idim  yay ile  kalkan  Nişan  olsun  bize beyan  Bozkurt olsun  bize  uran.»
Prof. Osman Turan,  Türk Cihan Hâkimiyeti  Mef-|küresi Tarihi adındaki  eserinde  şöyle  yazıyor:   «Sel­çuklularla  birlikte  yakın  şarka ve  Anadolu'ya  gelen |. Oğuzlar, destanla birlikte Bozkurt hikâyelerini de ge­tirmişlerdir. Nitekim  XII.  asır  Süryani  tarihçisi Mi-hael'e göre:   «Yeryüzü Türkleri taşımağa kâfi gelmi­yordu. Garb'a doğru ilerlersen önlerinde köpeğe ben­zer bir hayvan - Kurt - bulunuyor ve onlar da ona ye-tişemiyorlardı. Bozkurt hareKet etmek istediği zaman «Göç» yani «Kalkınız»   diye bağırıyor, Türkler de dur-

Paylaş

O Sadece Mustafa Kemal Değil, O TÜRK’ÜN ATASI ATATÜRK’TÜR

Türk milletinin ve mazlum milletlerin kötü talihini değiştiren üstün kişiliği ile çağa damgasını vuran büyük önder ATATÜRK’Ü aramızdan ayrılışının 83.Yıl dönümünde minnet ve saygıyla anıyoruz.

Tarihte bin yılda bir gelebilecek üstün nitelikli devlet ve fikir adamı ne mutlu ki Türklüğün en zor günlerinde bizim milletimize nasip oldu. O’nun üstün devlet ve fikir adamlığı sayesinde vahşi Batının “hasta adam” olarak nitelendirdiği Osmanlı Devleti’nin külleri arasından bugünün güçlü modern Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu cumhuriyetin evlatları olarak da biz bağımsız lâik ve demokratik Türk devletini kanımızın son damlasına kadar koruyup yaşatacağımıza and içmişiz…

Vatanı, milleti, namusu, şan ve şerefi için hayatını feda etmekten çekinmeyen, yolundan ve sözünden dönmeyen, vatan yaptığı her yerde, ilim ve kültür meşalesini tutuşturan insan Türk’tür. İşte o Atatürk’tü.

Gazi Mustafa Kemal “Ne mutlu Türküm diyene” diyerek özünü bu sözle ifade etmiştir. 

Büyük adamlar ancak büyük milletin bağrından çıkar. Bir düşünürümüz ‘’Türk Milletinin portresini sadakatle çiziniz o zaman Atatürk’ün portresini çizmiş olursunuz’’ der.

O çok özel bir şahsiyetti. Çünkü O şahsi ihtiraslarını millet yolunda hizmet gayesine veren bir Türk’tür.

O Kişi oğlu kişi değil, bir ülkü bir düşünce sistemi medeni hayatın gücü kaynağıdır.

O insanlık idealine aşık, faziletin timsali, karanlığa düşmüşlerin ümit ışığı ve meşalesidir. Çekin ellerinizi Atatürk’ümüzün üzerinden onu sağa sola götürmeyin. Onun adını ucuz politikalarınızla kirletmeyin. Çünkü O milli dehânın tam Kemâlidir. Türk’ün hem celâli hem cemalîdir.

 Asırlar boyunca hür yaşamış bu milletin gözü pek alnı açık vicdanı temiz Türk! Atatürk.

Vurunca kılıç kesmeyen, bir acı sözle devrilen zalimlerin başına balyoz, acizlerin derdine derman kaya gibi sert, ipek kadar yumuşak, insanlık tarihinin onuru Türk! Atatürk.

Omuzuna attığın gurbet heybesiyle dağlara, ovalara, vadilere medeniyet tohumlarını eken, geçtiğin her yerde uyuyan insanları uyandıran, aydınlığa kavuşturan Türk! Atatürk

“Bir gün İstiklâl ve Cumhuriyetine kast eden düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olur” demiştin.

Cumhuriyeti emanet ettiğin Türk Gençliği galibiyetin mümessili olarak Vatanı böldürüp bayrağını asla indirmeyecektir…

İktidarda olup gaflet ve delalet içinde onları uyandıracak, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini daima koruyacak milletine ve devletine sahip çıkmak en büyük ülküsü ve ideali olacaktır. Her şeye rağmen bil ve inan ki Türk milletinin düzenini bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Birlik ve beraberliğimize gölge düşürmek isteyenlere asla müsaade edilmeyecektir.

“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onun top sindiremez.

Sahipsiz olan bir vatanın batması haktır.

Sen sahip olursan bu batan batmayacaktır.”

Aziz Atatürk kurduğun son Türk Devletini ecdadımızın son yadigarını aziz vatanımızı bölmek parçalamak isteyenlere arkanda bıraktığın Türk Gençliği asla müsaade etmeyecektir. Ellerine tutuşturduğun ilim, irfan meş’alesini söndürmeden ebediyete kadar taşıyacağına inanıyorum. Naçiz vücudun toprak oldu ama Türk devleti milletiyle sonuna kadar yaşayacaktır. Mehmetçik nöbetini tutuyor, vatanını kahramanca savunuyor. Rahat uyu Atam.

O Türklüğün eşsiz lideri Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ü ve silah arkadaşlarını, şehitlerimizi, gazilerimizi bir kere daha rahmet, minnetle anıyorum. Ruhları şâd olsun.

Türkan HACALOĞLU

Ankara Türk Ocağı Başkanı

İSTİKLÂL MARŞI KABULU

Yayınlar

Sosyal medya