Ankara Şubesi: “Kırım'ın Türkiye İçin Önemi”

2014-06-03

Kırım’ın Kaybından Sonraki 100 Yıl
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı uzun sürmüştür. Aslında bu savaş Rusların Lehistan’I ele geçirmek icin yaptığı bir savaştır. Ancak Rus Kazaçi’leri Osmanlı kasabalarında katliamlara başlayınca devlet buna daha fazla sessiz kalamamış ve savaşa girmiştir. Lehistan, savaşa iki seneden biraz fazla dayanabilmiş ve 1771 yılında savaşı terk etmiştir. Osmanlı Lehistan’dan sonra savaşa 3 yıl daha devam etmek durumunda kalmış ve sonuçta Rusların kuzeydoğudan Şumnu’ya kadar inmeleri neticesinde 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Savaş boyunca Osmanlı ve Kırım orduları, özellikle Kırım Giray Han’ın ölümüne kadar ve ondan sonra da pek çok cephede başarı sağlamıştır. Ancak 1773 itibari ile genel strateji yoksunluğu, komuta kademelerindeki gevşeklik cephelerde çözülmelere neden olmuştur. Bunun sonucunda 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nda Kırım’a bağımsızlık verilmiştir. Kırım’ın o dönemde ve her dönemde önemi büyük olmuştur. Çünkü Kırım deyince aklımıza gelmesi gereken küçük bir toprak parçası değil Bucak’tan Kuban’a uzanan Deşt-i Kıpçak topraklarını kapsayan bir yer olmalıdır. Yani Kırım; bugünkü Rusya, Ukrayna, Moldova sınırları içinde yer alan siyasî ve kültürel coğrafyanın adıdır aynı zamanda fazla acele etmediler. Antlaşma ile Karadeniz’e tam ayak basan Ruslar buranın “Osmanlı Gölü” statüsüne son verdiler ve bundan 9 yıl sonra 1783 yılında Kırım Ruslar tarafından işgal edildi. Yani yaklaşık 15 yıl içinde Karadeniz’in kuzeyini boydan boya kaplayan bu büyük bölge Türk-Müslüman egemenliğin-den Rus İmparatorluğu’nun egemenliğine geçti. Birçok savaş oldu ancak Rusya Kırım’ı tam  anlamıyla ‘Rus’ yapmayı bir türlü başaramadı. 1853’de başlayıp 1856’ya kadar devam eden Kırım Savaşı,19. Yüzyılın denge politikasının örneği olarak okutulsa da, Kırım’ın Ruslar için kıymetini arttırdı. Kırım’ı Rus tarihinin bir parçası yapan bu büyük yenilgi Rusları telaşla Kafkasya ve Türkistan’da ilerlemeye teşvik ediyordu. Kırım tatarları ise 1783’den beri mâruz kaldıkları zulümlerin kat be kat fazlasına mâruz kalmaktaydılar. Kırım Tatarları’nın kitleler hâlinde Osmanlı Mülküne, yâni Balkanlar ve Anadolu’ya göçleri hızlandı. Özellikle 1864 Çerkez Sürgünü ile o muazzam Deşt-i Kıpçak bölgesi Türk’ten ve Müslüman’dan arındırıldı. Osmanlı Rus savaşları devam ediyordu. (Osmanlı ve Rusya tarihte 13 kez savaşmış bunlardan 12 tanesini Rusya 1(Prut)  tanesini ise Osmanlı kazanmıştır.) Bu savaşlardan en acısı bizim 93 Harbi dediğimiz 1877-78 Osmanlı- Rus savaşıdır. Bu savaştan sonra Ruslar tüm Balkanlar’ı çiğneyerek İstanbul’a gelmiş, Yeşilköy’de Ayastefanos antlaşmasını Osmanlı’ya imzalatmışlardı. Yani Ruslar Kırım’ı aldıktan sadece 95 yıl sonra İstanbul’a varmışlardı bile. Ayrıca Rusya diğer bir genişleme sahası olan Türkistan’da da boş durmuyordu. Kırım’ın Ruslar tarafından alınmasından 98 yıl sonra Orta Asya yani Türkistan’da Rus hâkimiyeti altına alınmıştı. 
Bu olaylar ve sonuçlar silsilesinden anlaşılacağı üzere Kırım Rus tarihinde çok kilit bir dönüm noktasını ifade etmektedir. 19. Yüzyıl Rus İmparatorluğu’nun en parlak yüzyılı olmuşken bizim için İlber Ortaylı’nın deyimiyle “en uzun yüzyıl” olmuştur. Tarih 1917’yi gösterip Bolşevik ihtilaliyle Rusya İmparatorluğu sona ermişse de Kırım, Türkistan ve Türkiye’nin birbirine bağlı kaderi değişmemiştir. Rusya her zaman “Hristiyan dünyasını Türklerden ve Müslüman’lardan kurtarma politikası”nı yapmayı kendisine görev addetmiştir.

20 . Yüzyılda Devam Eden Ortak Kader

Kırım’dan başlarsak eğer, 20 yüzyıl boyunca Kırım’daki etnik temizlik devam etmiştir. 1917 sonrasında 1922’ye kadar devam eden Rus iç savaşı Kırım’a en büyük zararları vermiştir. Bu savaş sırasındaki 1921 açlığında sayısız insan hayatını kaybetmiştir. Bunu izleyen yıllarda 1928’de başlayan kolektifleştirme ile Kırım ahalisinin toprakları ellerinden alındı. Kırım Tatar halkı Ukrainlerin “Holodomor” diye adlandırdıkları, Stalin’in dizayn ettiği açlık dalgası sırasında kırıldı. Kırım’da her ailenin üç ferdinden birini bu açlığa kurban verdiğini unutmamak gerekir. Ama felâketler bitmiyordu. Nazilerle 1939 yılında anlaşan Stalin 1941 yılında Nazi işgali ile karşılaşınca bunun bedelini Sovyet halklarına ödetmeyi kendine bir borç bildi. On milyonlarca Sovyet vatandaşı ellerine silâh verilmeden cephelere sürüldü ve   Naziler tarafından imha edildiler. Savaşın ibresi 1943 yılında Sovyetlerin lehine dönünce de Stalin’in “cezalandırmaları” başladı. Çeçenler, Volga Almanları, İnguşlar, Ahıska Türkleri gibi Kırım Türkleri de cezalandırılan halklardan biriydi. 1944 yılının 18 Mayısı’nda bir halk, Kırım Tatar halkı topyekûn sürgüne tabiî tutuldu. Yaşlılar ve çocukların çoğunluğunu oluşturduğu nüfusun yarısı bu sürgünde hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar ise Orta Asya bozkırlarında kaderlerine terk edildiler. Ama mücadele bitmedi. Her ne kadar Kırım Yarımadası’nı Ukrayna’ya 1954 yılında “hediye” eden Hruşçov diğer sürgün edilen halklara geri dönüş izni verdiyse de Kırım Tatarlar böyle “ayrıcalıklı” bir  ihsan göremediler. Sovyetler Birliği’nin sona erdiği 1991  yılına kadar belki de tarihin gördüğü en muhteşem sivil direnişi gerçekleştirdiler. Bir asır içinde en az üç defa (1921, 1931-33 ve 1944) kırımdan geçen ve her defasında nüfusunun üçte biri ile yarısı arasını bu katliamlara kurban veren Kırım Tatar halkının hayatta kalması, dilini, dinini, kimliğini muhafaza etmesi bir mucizeden başka bir şey değildir. Bunun da üzerine Özbekistan’dan Sibirya’ya, Kırgızistan’dan Kafkasya’ya dağılmış bir halkın bir araya gelerek, tamamı ile demokratik prensipler ile örgütlenmiş ve hâlen de parmakla örnek gösterilen Kırım Tatar Millî Meclisi’ni oluşturması, bütün yaşadığı travmaları bir kenara bırakarak Mustafa Cemiloğlu gibi bir “sakin güç” lider çıkarması, tarihçiler tarafından hayretle takip edilen hâdiselerdir. Sovyetler Birliği 1991 yılında tarihin tozlu sayfalarına karıştığı andan itibaren vatanlarına dönen Kırım tatarları toprağı eşerek ve üstüne naylon örterek Kırım’ı yeniden vatanlaştırmaya başladık-larında da yanlarında kendilerinden başka kimse yoktu. 1944 sonrası Kırım’a yerleştirilen Rus-lar hiçbirine “hoş geldin al sana evin” demedi elbette. 1944’de boşalan coğrafya, bunun ardın-dan geçen 50 yıla yakın bir süre boyunca Rus yerleşimcilerin  yerleştirildiği bir yağma coğraf-yasına  dönüştü. Kırımlarla yok edilen Kırım Tatar halkının son varlıkları 1944 sonrasında evleri, mabetleri, mezarlıkları, tarlaları, bağları ile bu yerleşimcilere verildi. Yirmi yıldan fazladır tırnak-ları ile kazıyarak eski Sovyet coğrafyasının dört bir yanından her şeylerini oralarda bırakıp vatana dönüş yapmak zorunda kalan Kırım Tatarları 20. yüzyılın bu son on yılında belki de dördüncü defa her şeye en başından başlamak zorunda kaldılar. Ama başardılar ve 2000’li yıllara gelindiğinde hem Ukrayna hem Karadeniz havzasının en önemli unsurlarından biri hâline geldiler.

Kırım’ın Bugünkü Durumu ve Türkiye İçin Önemi

Kırımtatarları için Ukrayna mı Rusya mı diye bir soru yoktur. Kırımtatar halkı için soru hayatta kalma mücadelesinin hangi şartlar içinde devam ettirilebileceği ve Kırım’ın yeniden vatanlaşmasının nasıl sağlanacağıdır? O yüzden mesele hayat memat meselesidir. Ukrayna’la mi yoksa Rusya’yla mı yaşamayı tercih meselesi değildir. Bugün Ukrayna KırımTatar halkının isteklerine ve çabalarına bir nebze daha kolaylıklar sağlayan bir yönetimi temsil etmektedir. Rusya ile entegre olmuş birr Kırım ise Kırım Tatarlarının yok oluşu anlamına gelecektir. 
Ve “Kırım Türkiye için niçin öenlidir “ sorusunun cevabı bizim için “Kardeşimizin bizim için önemi nedir” sorusunun cevabıyla eş değerdir. Türkiye bunun farkında olmalı buna göre göre davranmalı ve Kırım’ın tarihteki serüvenini göz önüne alıp ona göre birr politila izlemelidir. 
Doç Dr. Hasan Ali KARASAR hocamızın konferansını kalabalık bir genç grup dinlemiş ve konferans soru cevap şeklinde devam etmiştir.