TÜRK OCAKLARI ANKARA ŞUBESİ TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN AĞABEYİ GALİP ERDEM'İ UNUTMADI

2017-03-15

BAŞKAN HACALOĞLU: "GALİP ABİ, SEN ÖLMEDİN VE KALBİMİZDE YAŞIYORSUN."

Türk Ocakları Ankara Şubesi'nin Millî Düşünce Merkezi ile birlikte hazırladığı anma toplantısında büyük Ülkü devlerinden Galip Erdem, ölümünün 20. yıldönümünde 11 Mart 2017 Cumartesi günü anıldı.Kalabalık dinleyicilerin bulunduğu anma toplantısında kendisini yakından tanıyan Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı ve eski Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu ile Prof. Dr. İskender Öksüz ve Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Galip Erdem'i Türk Ocaklılara anlattı.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Türk Ocakları Ankara Şube Başkanı Türkan Hacaloğlu, Galip Erdem'i 1971 yılında tanıdığını ifade ederek özetle şunları söyledi:

"20 yıl önce ebediyete gönderdiğimiz Türk milliyetçilerinin Galip Ağbey içi n bugün burada toplanmış bulunuyoruz. Siz Galip Abi dostları, hepinize ‘Hoş geldiniz.’ diyorum. Bugünün anlamı benim için çok önemli. Çünkü çok değer verdiğim üç önemli şahsiyet şu anda aramızda bulunuyor. Birincisi Sayın Sadi Somuncuoğlu, ikincisi Sayın Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ve üçüncüsü de Sayın Prof. Dr. İskender Öksüz. Ben Galip Ağabeyi'mi, 1971 yılında tanıdım. Hem Ağabey’im Mehmet Çavuşoğlu’nun hem de eşim Yücel Hacaloğlu’nun yakın arkadaşı idi. Öğrencilik yıllarımda tanıyamadım ama abimden hep onun ismini duyardım. Ne zaman ki evlenip Ankara'ya geldim 1971 yılında onu tanıdım. O da beni ilk defa gördü. İlk evimize geldiği zaman ‘Oh be bundan sonra çok rahatlıkla evine gelebileceğim bir arkadaşım oldu.’ dedi. Herhalde benim misafirperverliğimden hoşlanmış olacak ki Galip Abi, ondan sonra bizi hiç bırakmadı. Teklifsiz ne zaman isterse evimizin baş köşesinde misafirimizdi. Çocuklarımın Galip Amcası idi. Onu bütün dostlarının küçük çocukları hep çikolatası ile anar. Çünkü her gittiği eve çikolatasız gitmezdi. Ülker dışında da çikolata almazdı. 15 günde bir bize gelirdi. Ara sıra gittiği yerlerden birisi ile biraz kırılmış olacak ki, 'Abla bundan sonra size her hafta geleceğim.' dedi. Galip Ağabey ne zaman müsaitse o günü biz ona göre program hazırlardık. Her hafta Cuma günleri Galip Ağabey evimizin konuğu idi. Oturduğu koltukta dirseğini koyduğu yer aşınmıştı. Bir de bizim çok önem verdiğimiz ayda bir toplantılarımız olurdu. Keşke şu anda aramızda rahmetli Nevzat Kösoğlu da olsaydı. Şu anda burada bulunan kıymetli şahsiyetler ve Nevzat Kösoğlu’nun olduğu o toplantılarda vatan kurtarılırdı. Galip Ağabey yine baş köşede bulunur, hep birlikte vatan kurtarırdık. Elinden sigarası hiç düşmezdi. Galip Ağabey'siz bir günümüz olmazdı. Her an evimizde idi. Şimdi bu gençleri ve bu topluluğu keşke Galip Ağabey görebilseydi. Şu anda o bizim aramızda. Onu en güzel şekilde bize anlatacak olan en güzel insanlar aramızda. Galip Ağabey, sen ölmedin ve kalbimizde yaşıyorsun. İşte örneği burada. Ayrıca Galip Ağabey, Türk Ocakları Ankara Şube Başkanlığı ve Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği yapmıştır. Bugün Türkün ocağında onun manevi varlığı ile bir arada olmaktan çok büyük mutluluk duydum."

Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ: O HEP TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ DÜŞÜNÜRDÜ

Toplantıda konuşan Prof. Dr. İskender Öksüz, kendisi ilk gençlik yıllarında iken Galip Erdem'le İzmir'de tanıştığını hatırlatarak, şunları kaydetti:

"Galip Ağabey 1963 yılında İzmir'de İhsan Koloğlu'nun yazıhanesinde avukatlık stajı yapıyordu. İzmir o zaman taşra idi. Bir toplantı olsa ve solcular bir hareket yapsa karşılarına çıkaracak konuşmacı bulamazdık. Tabii Galip Ağabey İzmir'deki fikir kapasitesini ikiye katlamıştır oraya gelmekle. Galip Ağabey devamlı olarak kafasında Türk milliyetçiliği konusunda problem bulur ve çözerdi. ‘Bilimin metodu problem çözmektir. Bilim problem çöze çöze yürür.’ mantığına sahipti. Olağanüstü bir hafızası ve olağanüstü bir muhakeme kabiliyeti vardı. Problem çöze çöze yürüdüğü için de fikir muhtevası bakımından hepimizden ileride idi. Mesela çözdüğü problemlerden biri şuydu: ‘Milletin tarifi nedir?’ Bunun çözümünü bugün hâlâ bilmeyenler var. Sürekli olarak problem çözmenin ve etrafı da iyi gözetlemesi sonucu, mesela seçimleri çok iyi tahmin ederdi. Hepimiz ona sorardık ‘Ne olacak Ağabey?’ diye. Şimdi olsaydı referandumun sonucunu size söylerdi, ama yok maalesef. Galip Ağabey'in kendine has kanunları vardı. Bunlara ‘Erdem Kanunları.’ diye ismini ben koyayım. En sık söylediği kanun şudur: ‘Hakikatin idraki kazığın girdiği noktada başlar ve şiddeti ile doğru orantılıdır.’ Galip Ağabey, son zamanlarda 1978-79'da filan pek mutlu değildi. İç çekişmeler vardı o zaman, depresyondaydı. Ama 12 Eylül'de öyle bir uyandı ki, bir daha da uyumadı. Mamak Askeri Cezaevi'nde yatan tutukluların yazdığı mektupları toplar ailelerine verirdi. Galip Ağabey, sihirli ve kuvvetli kalemlerden biriydi. Birçok devlet büyüğünün konuşmasında Galip Ağabey'den paragraflar vardır. Mesela dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın konuşmasını Galip Ağabey yazdı. Türkeş Bey'in konuşmalarında da Galip Ağabey'den alıntılar vardır."

Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN: ONDAN ÇOK İSTİFADE ETTİK

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Galip Erdem'le ilgili özetle şunları aktardı:

"Biz İzmir'de 1960'ların başında Galip Erdem'in adını duyduk. Millî Yol dergisinde yazan Nejdet Sançar, ‘Peyami Safa öldü ama şimdi onun yerini tutacak Galip Erdem var.' diye bir yazı kaleme almıştı. Bu yazıyı okuduktan sonra uyandığımı hatırlıyorum. Galip Erdem ismi ilk olarak ben de o zaman yerine oturdu. Daha sonra tanıdım ama Galip Erdem'i o zamandan beri takip etmeye başladık Tercüman gazetesindeki köşesinden itibaren. Onun köşesinin adı ‘Mektuplar’ idi. Gazetelerde yazıyor ama devamlı da yazmıyor. Sık sık yazıları kesiliyor. Bir gazetede yazmaya başlıyor seviniyoruz ve bir süre sonra bakıyoruz ki yazıları kesilmiş. Çünkü onun herhangi bir gazetede ilk defa yazmaya başladığı zaman bir ilkesi vardı. Daha ilk yazısında 'Belki inandığım her şeyi yazamayacağım ama inanmadığım hiçbir şeyi yazmayacağım.' İnandığı bazı şeyleri yazıyordu. O zaman da gazete ile ilişiği kesiliyordu. Pek çok meziyeti var. Pek çok büyük insanın bazen de kusurları oluyor. O kusurları olmasa deha olacak ama azim yok. Galip Erdem'de hırs, azim, ihtiras yok. Yazarsa yazar, yazmazsa yazmaz. Yani biraz tembel tarafı da vardı. Galip Ağabey'de kültür var, muhakeme yeteneği var ama belki daha çok okumayı seviyor. Öyle sanıyorum ki hep mecbur kalmış da yazı yazmıştır. Böylece çok gazete değiştirmiştir. Eğer sabır ve azim olsaydı doğrudan doğruya oturup belli bir konuda kitap yazardı. Bunu yapmadı. Bu makaleleri, fıkraları ve sohbetleri ile bizleri yetiştirdi. Benden önceki nesil, bizim nesil ve bizden sonraki bir kaç nesli sohbetleri ile yetiştirdi. Sohbet adamıydı. Tabii ki Türk kültürü ve musikisi onun için vazgeçilmezdi. Güzel de olsa Batıya bakmazdı. Şimdi Galip Erdem vesilesiyle bizim çok iyi bilmemiz gereken Türk milliyetçiliği ve Türkçülük, belli bir birikime ve kültüre sahip olmadan olmuyor. Türk milliyetçiliği ve fikir sisteminin belli bir kültüre dayanması gerekiyor. Bunun için de belli bir kültür gerekiyor. Galip Erdem'in gerek Türk Ocağı'nda gerekse bulunduğu evlerdeki toplantılar adeta birer seminer havasında geçerdi. Ondan çok istifade ettik. Ülkücülükle milliyetçilik arasındaki çizgiyi çok net şekilde ortaya koyardı."

Sadi SOMUNCUOĞLU: O TAM BİR DAVA ADAMIYDI

Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu da, Galip Erdem'in hayat hikâyesini anlattıktan sonra davasına yaptığı hizmetlerle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:

"O tam bir dava adamı. Dünya nimetleri denilen şeylerle alakası yok. Hepsini çiğnemiş geçmiş bir adam. Gençlere karşı sonsuz şefkat sahibi idi. Gençleri kanatları arasında korur ve kusurlarını görmezdi. Ama büyüklere karşı acımasızdı, affetmezdi. Hatalarını affetmezdi derhal yerinde onu düzeltirdi. Bu konuda sert tavırlar takındığı da olur, nezaketi bozmadığı da olurdu. Dümdüz söylerdi. Bakan, başbakan dinlemezdi. Galip Ağabey'Türk milliyetçiliği ve ülküsüne hizmetine göre protokol olur.' derdi ve hayatında da buna çok dikkat ederdi. Galip Ağabey'in ilkeleri vardı. Bazı arkadaşlarımız küçük kitapçıklar yayımladılar vefatından sonra. ‘Galip Ağabey'den Seçme Sözler’ diye. Türk Ordusu konusunda şöyle bir özlü sözü vardı: 'Türk Ordusu ile görüşlerimiz uyuşmasa da, görüşler bakımından bir takım sıkıntılarımız olsa da, Türk milliyetçilerinin Türk Ordusu'nun sevmeleri görev değil emirdir. Çünkü ordu olmazsa devlet olmaz, devlet olmazsa vatan, millet olmaz.' Böyle ustura gibi keskin prensipleri vardı. ‘Ülkücülük, Türk milliyetçiliğinin hedeflerine ulaşması için inanmış insanların hayatını da ortaya koyarak yaptıkları mücadeledir.' der ve onun için bu kavramlara çok önem verirdi. 1980 İhtilali oldu. Galip Ağabey, kitap gibi bir savunma yaptı. 65 sayfalık bir savunma metnini mahkemeye verdi. 12 Eylül Darbesi ile beraber Ankara'da 'MHP ve Ülkücü Kuruluşlar’ diye ‘Ana Dava’ açıldı. 950 sayfalık iddianamesi vardı. 220 idam istiyorlardı parti yönetimi dâhil gençlerimiz hakkında. 567 sanığı vardı. Bu davanın avukatlığını üstlenen Galip Ağabey sabahın 06.00'sında kalkar gece 01.00'de yatardı. Ağır bir işçi bile o kadar çok mesai yapmamıştır. O zayıf bünyesi ile kış demedi, yaz demedi koştururdu. O hapishanede yatan arkadaşlarımızdan İstanbul sanıkları vardı, Adana sanıkları vardı. Bunların aileleri Ankara'ya geleceği zaman trenle, otobüsle Galip Ağabey erken saatlerde o arkadaşların ailelerini garajlarda karşılardı. İnsan üstü bir mesai yaptı. Davalar bittikten sonra Galip Ağabey, büyük bir hüsran içerisine girdi. Konuşmayı, konferansı hatta dava sohbetlerini bitirdi. Konuşması için çok ricada bulunmamıza rağmen 'Söz orucuna başladım.' derdi. Kimse konuşturamadı. Bir hayal kırıklığına düştü. Bunun ne olduğunu kendisi söylemedi ama yakından tanıyanlar bunu farklı da olsa yorumladılar. Umduğunu ve beklediğini görememenin bir hayal kırıklığını yaşadı. Fakat dostları ile olan ilişkilerini bilhassa tanıdığı ailelerle temasını hiç kesmedi. Ömrünü milletine, fikriyatına, davasına adamış bir serdengeçti, dünya nimetlerini hiç hesaba katmayan bu büyük insanın son dönemi maalesef böyle geçti. Allah rahmet eylesin. Galip Ağabey sadece fikri açıdan bizim düşüncemizin sapa sağlam bir yapıya kavuşmasında değil, kişi olarak da, yüksek ahlak sahibi olarak da hepimize örnek oldu. Bu hakkını da teslim etmemiz lazım.”

Toplantı ruhuna fatiha okunarak sona ermiştir. Ruhu şâd mekânı cennet olsun.