• Galip Erdem Paneli

    Galip Erdem Paneli

  • Değişen Dünya Düzeninde Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Yeri

    Değişen Dünya Düzeninde Türk Milletinin ve...

  • Cumhuriyet Döneminde  Türk Hukuk Sistemindeki Gelişmeler

    Cumhuriyet Döneminde Türk Hukuk Sistemindeki...

  • Panel: Cumhuriyetin Kazanımları

    Panel: Cumhuriyetin Kazanımları

  • Konferans: Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları

    Konferans: Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları


“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”

 
Ana sayfaETKİNLİKLERTÜRK OCAKLARI ANKARA ŞUBESİ, GAZİ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ İLE’19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI DOLAYISIYLA '18 MAYIS 2017 GÜNÜ GAZİ ÜNİVERSİTESİNDE DÜZENLEN PANEL

TÜRK OCAKLARI ANKARA ŞUBESİ, GAZİ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ İLE’19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI DOLAYISIYLA '18 MAYIS 2017 GÜNÜ GAZİ ÜNİVERSİTESİNDE DÜZENLEN PANEL

2017-05-21

19 Mayıs 1919 ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI dolayısıylaTürk Ocağı Ankara Şubesi ile Gazi Üniversitesi Tarih Bölümünün birlikte düzenlediği, Edebiyat Fakültesi 75. Yıl Konferans Salonu'nda "Atatürk ve Millî Mücadele" konulu panelde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Yüce Atatürk ve silah arkadaşları ile tüm şehitler adına yapılan saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından Türk Ocağı Ankara Şube Başkanı TürkÂn HACALOĞLU, panelin açılış konuşmasını yaptı. HACALOĞLU, şunları söyledi:

TÜRK OCAKLMARI OLARAK ATATÜRK’ÜN GÜVENİNE LAYIK OLMAYA ÇALIŞACAĞIZ

“Devletimizin kurucusu Yüce Atatürk ve silah arkadaşlarını, Millî Mücadele yıllarında ve günümüzde vatan savunmasında hayatını kaybeden şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Atatürk ve Millî Mücadele konusunda bizleri aydınlatmak için davetimiz kabul eden Prof. Dr. Sayın Mustafa Turan, Prof. Dr. Sayın Cemalettin Taşkıran, Prof. Dr. Sayın Yonca Anzerlioğlu’na teşekkür ediyoruz.

Bir büyük cihan devleti olan Osmanlı Devleti, 18. yüzyıldan itibaren batıda gerilemeye, çekilmeye başlamıştı. Zaferler yerini yenilgilere bırakmıştı. 93 Harbi Türkler için bir yıkım olmuş, soykırımı ile karşı karşıya kalmıştı. Türk aydınları devletin birliğini korumak için Osmanlıcılık ve İslâmcılık yapıyordu. Devletin kurucusu ve aslî unsuru olan Türklerin adı bile okunmuyordu. Hâlbuki dünyada milliyetçilik rüzgârları esiyor, imparatorluklar parçalanıyordu. Osmanlı Devleti’nde yaşayan azınlıklar bu gelişmelerden etkilenmiş, ayrılıkçı düşünceler yayılmaya başlamış, ayaklanmalar ortaya çıkmıştı. Balkan Harbi ile Türkler Rumeli’ndeki toprakların büyük bir bölümünü kaybetmişti. Peş peşe gelen bu felâketler sonunda Türk aydınları da kendine gelmiş, Türklüklerini hatırlamıştır. Şimdiye kadar kendisini Osmanlı ve Müslüman kimlikleri ile tanıtan Türk aydınları da Türk olduklarını belirtmeye başlamıştır.

İlk defa millî şairimiz Mehmet Emin Yurdakul ‘’Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur.’’diyerek kimliğini açıkça ortala koymuştur. Başta Ziya Gökalp olmak üzere birçok fikir ve sanat adamları Türklük fikrini işlemeye başlamışlardır. Türk Ocakları bu siyasî ve sosyal gelişmeler içinde doğmuş, kurucu unsur olan Türk milletine millî şuur kazandırmanın yanında kültürel ve ekonomik gelişme yöntemleri hakkında çalışmalar yapmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, işte bu atmosfer içinde yetişmiş, Türkçülük fikirlerinden derin bir şekilde etkilenmiştir. Hayatı boyunca Türklük şuuru kazandırmak ve yüceltmek için çalışmış bu uğurda büyük mücadeleler vermiştir. 1911 yılında 190 Tıbbiyeli gencin İstanbul’da yaktığı meşale ile kurulan Türk Ocakları mensupları yakılan bu meşalenin kıvılcımlarını bütün Türkiye sathına yayarken, bir meşale de 1919 yılında Gazi Mustafa Kemal tarafından Samsunda yakıldı. O meşale ki Türk Ocaklıların meşalesiyle bütünleşerek bugün üzerinde yaşadığımız toprakları vatanlaştıran millî mücadelenin meşalesi oldu. Atatürk Milli Mücadele meşalesiyle karanlık içinde kalan topraklarımızı aydınlatarak, aynı zamanda aydınlık Türkiye Cumhuriyetinin de temelini oluşturdu .

O Mustafa Kemal ki bütün dünyanın hayran olduğu dehasıyla Türk milletini yeniden diriltti. Ve bügün, vatandaşı olmaktan gurur duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu. Onu yetiştiren ana ne mübarek ana imiş ki oğlunu Türklük şuuru ile yetiştirerek‘Ne mutlu Türküm diyene.’diyen bir Kahramanı Türk milletine hediye etti. O bütün Türklüğün Zübeyde anası oldu. Mekânı cennet olsun. Şu kadarını söyleyeyim ki, Türk olmayan, Türklük şuurunu benimsemeyen Mustafa Kemal Atatürk’ ve onu yetiştiren Zübeyde hanımı anlayamaz.

Atatürk aile çevresi ve yetiştiği Askerî okullarda milliyetçi duygularla beslenmiş, devletin ve milletin karşılaştığı yıkımlar onun bu duygularını pekiştirip güçlendirmiş. Türk Ocaklarının milliyetçi ve halkçı fikirlerini benimsemiştir. Millî Mücadele sırasında Türk Ocakları mensuplarının çalışmalarını görmüş, bu bakımdan Türk Ocaklarına yapılan saldırıları, ‘’Bu ocağı kapatacakların ocağı yıkılsın.’’diyerek lânetlemiştir.

Atatürk Türk Ocakları Erzurum Kongresinde hatıra defterine ‘Hepimiz Ziya Gökalp’in manevi evlatlarıydık.’’diye yazmıştır. Hatta başka bir sözünde Atatürk, fikir ve duygularının kaynağını; ‘’Bedenimin babası Ali Rıza, hissimin babası Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp.’’diyerek belirtmiştir.‘’Benim yaratılışımda fevkalâde olan bir şey varsa Türk olarak dünyaya gelmemdir’’sözü ile Türkçü duruşunu göstermiştir.

29 Ekim 1930 da Ankara Türk Ocağı’nda Cumhuriyet’in ilânı yıldönümü balosunda Amerikalı muhabire verdiği demeçte ‘’Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne Batılılaşacaktır. O sadece özleşecektir.’’diyerek millî benlik, millî şuur, millî tarih, kısaca millî kültürü benimseyişi hatırlatan Atatürk’ün genç cumhuriyetin gelişmesinde ümidini Türk Ocaklarına bağlamış olduğunu görmekteyiz. Bu bakımdan millî amaçlı sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç bulunduğunu, bu ihtiyacın Türk Ocakları tarafından karşılanacağını, ’Türk İnkılâbının ocaklara’ dayandığını belirtmiştir. Ayrıca ‘’Milletin bütün istikbal ümitleri Türk Ocakları etrafında toplanmış olan Türk gençliğine ait’’ olduğunu kaydetmiştir. Bunun için millî amaçlı kuruluşların Türk Ocaklar çatısı altında toplanmasını arzu etmiş ve bu yönde temennilerini ifade etmiştir.

Son günlerde kimlerden yüz bulup cesaret aldığı bilinmeyen bazı soytarılar, Atatürk’ün ailesi ve şahsı hakkında, hiçbir kaynağa dayanmayan, hayalî iddialar ileri sürmüşlerdir. Bu iftiraların sebebi Atatürk’ü Türk milletinin gözünden düşürmek, itibarını sarsmaktır. Bu müfterilerin amaçlarına ulaşmaları mümkün olmamakla beraber, asıl hedefleri Atatürk’ün kurucusu olduğu cumhuriyet, dolayısıyla millî devlet ve Türklüktür. Gerçi yel kayadan ne aparır ama buna imkân ve fırsat vermeyeceğiz. Ey gafiller Atatürk, Türk Milleti'nin ortak millî değeridir.’ Millî değerlerimize dil uzatanları lânetlemekle yetinmeyip bu meczuplarla azimle mücadele edeceğimizden kimsenin şüphesi bulunmasın. Türk Ocaklılar olarak büyük Türk milletine ve Türk millî devletinin kurucusu Atatürk’ün güvenine lâyık olmak için çalışacağız. Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Hepinizi saygılarımla selâmlıyorum. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”

PROF. DR. KONURALP ERCİLASUN ATATÜRK’ÜN HAYATINI DÜSTUR EDİNMELİYİZ

HACALOĞLU’nun ardından kürsüye gelen Gazi Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Konuralp ERCİLASUN, konuşmasında 19 Mayıs sonrası süreçle ilgili Atatürk’ün hayatından kısa bir kesit anlatarak, bundan herkesin ders çıkarması gerektiğini belirtti:

“Biz Cumhuriyet'in başkentindeki bir üniversitenin tarih bölümü olarak tarihimizdeki önemli günlerde üzerimize bir görev düştüğü bilinciyle bu toplantıyı Türk Ocakları Ankara Şubesi ile birlikte düzenledik.” Diyen Ercilasun, şunları kaydetti:

“Atatürk'ün hayatına dikkat edersek sadece millî öncelikler açısından değil, aynı zamanda şahsi hayatında da örnek alabileceğimiz bir takım davranışlar ve tutumlar olduğunu görürüz. 19 Mayıs'tan sonra hızlı bir sürece giriliyor. Havza Genelgesi, Amasya Genelgesi ve kongreler toplanıyor. Burada Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki bir maddeye dikkat çekmek istiyorum. Oradaki ortak maddelerden biri, 'Meclisi Mebusan toplansın.' diyor. Yani milletin meclisi toplansın. O zamanki hukuka göre, milletin ve en üst karar organı olarak görülen milletin meclisi toplanmıştır. 19 Mayıs'ta Samsun'a çıktığı zamanki duruma bakacak olursak eğer, Yunan askeri bir yandan İzmir'i işgal etmiş, ordu terhis edilmiş, silahlar teslim edilmiş, ordunun sadece Kâzım Karabekir Paşa emrindeki birimi terhis edilmemiş ve direnmiş. Bunun yanında İhtilaf devletlerinin komisyonları Anadolu'da cirit atıyor. Diğer yandan birçok çeteler kurulmuş ve bugün Suriye'de olduğu gibi etnik temizlik yapıyorlar. Aslında pek de zaman yok. O acil durumda Atatürk, başını çektiği kongrelerde o zamanki hukuk sisteminin gereği ne ise onun yapılmasını istiyor. Atatürk, ‘Farklı bir hukuka gidelim.’ demiyor. O zamanki Osmanlı hukukunda Meclisi Mebusan vardı ve bunun toplanmasını istiyor. Bunu Erzurum ve Sivas Kongrelerinin bir maddesi olarak koyuyorlar. Ne zamanki 1920'nin Martı'nda Meclisi Mebusan işgal kuvvetleri tarafından dağıtılıyor, işte o zaman Ankara'da Meclisi Mebusan'dan kurtulanlarla birlikte yeni meclis kuruluyor.

Buradaki gidişat Atatürk'ün takip ettiği yol açısından çok önemlidir. Karşımızdaki insanlar her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu ve adaletsizliği yapabilirler ama en zor durumda olsanız dahi siz hukuktan ayrılmazsanız eğer sonunda mutlaka kazanırsız. Bu bizim bence şahsi hayatımızda da düstur edinmemiz gereken bir özellik olmalıdır. Unutmayalım ki haklı davalar, haksızlıkla, hukuksuzlukla ve adaletsizlikle savunulamaz.”Dedi.

PROF.DR. İLHAMİ DURMUŞ:LLÎ MÜCADELE TÜRK MİLLETİNİN HAFIZASINA KAZILMALIDIR

Protokol konuşmalarında yer alan Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlhami DURMUŞ, panelde yaptığı kısa konuşmada Millî Mücadele Hareketi’nin önemine vurgu yaparak, özetle şu görüşleri dile getirdi:

“20. yüzyıldaki gelişmelere ve tarihî olaylara baktığımızda Türk Millî Mücadelesi özel bir anlam ifade etmektedir. Özellikle 19 Mayıs 1919 tabii üzerinde durulacağı üzere bu millî mücadelenin başlangıcı olarak kabul edilmelidir. Bir tarafta fiili olarak Batı'da düşmanın Doğu'ya doğru hareketi jeopolitik ve jeostratejik açıdan düşünüldüğünde, Millî Mücadele'nin başlayabildiği nokta olarak Anadolu'nun doğu kesimi bütün oranda tasarlanmaktadır. Ülkemizin geneline baktığımızda gerçekten memleket çok perişan bir halde. Büyük kan kaybedilmiş, savaşabilecek erkek sayısı son derece az, daha çok millet yaşlı, kadın, çocuk ve sakatlardan oluşuyor. Böyle bir durumda bir dirilişin ortaya çıkması son derece önemlidir. Bu anlamıyla baktığımızda Millî Mücadele'ye bu şekilde değerlendirmek gerekiyor. Jeopolitik, jeostratejik ve sosyal açıdan baktığımızda büyük önem taşımaktadır. Sürekli bu konular üzerinde belirli aralıklarla konferanslar verilmekte ve paneller yapılmakta, sempozyumlar düzenlenmekte ama bunun Türk milletinin hafızasında belirli bir yerinin olması açısından tekrar edilmesi gerekiyor. Bu oldukça büyük bir iştir. Türk milletinin hafıza kaybına uğratılmaması gerekir. Tarih milletlerin hafızasıdır. Dolayısıyla bunun Türk milletinin hafıza sisteminin en önemli noktalarından birisi olarak Millî Mücadele'yi değerlendirmek gerekir. Geçmişini bilmeyenler bugününü yaşayamazlar ve geleceğe yön veremezler. Başka bir milletin bu şekilde bir hareketi olmamıştır. Bu hatta mazlum milletlere de ışık tutmuştur. Bundan dolayı bu etkinliğin çok yararlı olacağını düşünüyorum.”

PROF.DR. MUSTAFA TURAN: MUSTAFA KEMAL FITRATEN DE HER ŞEYDEN ÖNCE BİR LİDERDİR

Oturum Başkanı Gazi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa TURAN, konuşmacıları kürsüye davet etmeden önce yaptığı kısa konuşmada, Mustafa Kemal ATATÜRK ve Millî Mücadele ile ilgili görüşlerini dile getirdi

Konuşmasında Mustafa Kemal Paşa’nın, Mondros Mütarekesi'nden sonra İstanbul'a geldiğini hatırlatan Turan, şunları söyledi:“Burada zaman zaman arkadaşlarıyla Pera Palas'ta toplanıyor. Ondan sonra Şişli'de bir ev tutuyor. Millî Mücadele'nin kadrosuyla bu evde uzun uzun sabahlara kadar oturup tartışıyorlar. Kâzım Karabekir bu sırada Tekirdağ civarında asker ve tayin istiyor.

15. Kolordu Komutanlığı'na tayin çıkartıp Erzurum'a gidiyor. Ordudaki yegâne güç olarak sadece Kâzım Karabekir'in emrindeki birlik kalmıştır mütareke sonrasında. Mustafa Kemal'e Şişli'deki görüşme sırasında ‘’Paşam bu memleketi kurtarmak istiyorsak eğer Doğu'dan bir hareket başlatmalıyız. Ben tayinimi çıkartıp Erzurum'a 15. Kolordu Komutanlığı'na gideyim. Siz de oraya gelin birlikte hareket edelim ve bu hareketin başına siz geçin.’’ Mustafa Kemal, önce bir düşünüyor ve sonra diyor ki ‘’Ben biraz daha burada kalmak istiyorum. İnşallah en kısa zamanda sizinle mülaki olur konuşuruz.’’ Böyle söylemesinin sebebi de aslında siyaseten bir şeyler yapabileceğini ümit ediyor. Atatürk’ün, Vahdettin Padişah'la şehzadelik döneminde yakınlığı var. Birlikte Avrupa gezisi var. Yaverlik görevini üstlenmişliği var. Ama beklediği olmayacaktır.

Kâzım Karabekir yıllar sonra Millî Mücadele'den sonra gazetecilerin 'Siz Anadolu'ya Mustafa Kemal'den daha önce geçtiniz. Size 'Doğunun Fatihi' diyorlar. Siz liderliği niçin Mustafa Kemal'e kaptırdın?' Kâzım Karabekir de, 'Bu benimle olmazdı. Buna fıtraten en uygun olan kişi Mustafa Kemal'dir.' diyor. Karabekir Paşa, liderliği bir yaratılış gerekçesi olarak görüyor. Karabekir Paşa, Mustafa Kemal'in Millî Mücadele'den beri en yakın arkadaşı. Mustafa Kemal, Samsun'a çıktıktan sonra güzergâhı Amasya, Erzurum, Sivas. Erzurum'da Kâzım Karabekir karşılayacaktır. Mustafa Kemal biraz tereddüt ediyor. Çünkü İstanbul'a geri çağrılmıştır. Kâzım Karabekir'e, Mustafa Kemal'i ‘yakalama emri’ verilmiştir. Ama Karabekir Paşa, hiç oralı olmuyor ve Mustafa Kemal'i destekliyor. 8 Temmuz günü grevden alındığına dair yazı geliyor. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir'e diyor ki, ‘’Ben ne yapayım şimdi?’’ Karabekir de, ‘’Sen de istifa et,’’ diyor. Mustafa Kemal istifa ediyor ama üniformasını çıkartmıyor.

19 Mayıs 1919 Samsun'dan Anadolu'ya ayak basan kişi herhangi bir komutan değildir. Büyük bir mücadeleyi başlatacak ve devletin temellerini atacak olan bir liderdir. Bu gözle bakmak lazım. Fıtraten yaratılış özelliği itibariyle Mustafa Kemal her şeyden önce bir liderdir. Millî Mücadele'de 19 Mayıs'ın çok ayrı bir önemi vardır. Millî Mücadele sadece bir askerî mücadele değildir. Askerî olduğu kadar siyasi bir mücadeledir. Askerî bir başarı, mutlaka siyasi bir başarıyla taçlandırılmalıdır. Mustafa Kemal'in siyasi başarısı Millî Mücadele Dönemi'nde yapmış olduğu faaliyetlere baktığımızda hakikaten siyasi bir deha olduğunu çok net şekilde söylemek lazım. Biz Millî Mücadele'yi sadece Türk-Yunan Savaşı ekseninde değerlendiremeyiz. Millî Mücadele son derece çok yönlü bir mücadeledir. İngiltere, Fransa, İtalya, Hindistan'dan Afganistan'a kadar çok geniş bir coğrafyayı kapsayan bir mücadeledir."Dedi

PROF.DR. CEMALETTİN TAŞKIRAN:19 MAYIS 1919, İŞGÂLE KARŞI BİR BAŞKALDIRIDIR

Gazi Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası ilişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN,“Millî Mücadele'de 19 Mayıs” başlığıyla panelde yaptığı konuşmada, 19 Mayıs 1919’un emperyalist işgâle karşı bir başkaldırı hareketi olduğunu bildirdi.

“Millî Mücadele içinde 19 Mayıs'ın yeri ne olacak?” sorusunu ifade eden Taşkıran, şunları aktardı “Bu soruya cevap verirken bir kaç şeyi söylemek mümkündür. Bir kere ülkenin işgaline, Türklerin ve Türkiye'nin yok edilişine karşı bir başkaldırıdır. 19 Mayıs 1919 bir başkaldırıdır. İşgalin ne boyutta olduğunu hepimiz biliyoruz. 1918’in 3 Kasım'ında Mondros Mütarekesi'nden sonra başlamış olan işgaller, Musul'dan başlayıp neredeyse tüm Anadolu'yu kaplamıştı. Hükûmet vardı ama bunlarla mücadele etmiyordu. Mücadele yoktu. İşgallere karşı çıkılmadı. Damat Ferit Paşa'nın İçişleri Bakanına bir talimatı var. 'Ahaliye sükûnetin korunması tavsiyesinde bulunuluyor. Vakar, sükûnet, sessizlik ve ağırbaşlılık’ tavsiye ediliyor. Bu şartlarda işgale karşı bir başkaldırı yapıyoruz. Ne zaman 19 Mayıs 1919'da. Türkiye ve Türkiye'nin yok edilmesine karşı bir başkaldırıdır. Şark Meselesi'ni bitirmek ve Türkleri Orta Avrupa'dan çıkartmak, tek gayeleri Batı'dan, Doğu Avrupa'dan ve Balkanlar'dan çıkartmak tekrar Orta Asya bozkırlarına göndermektir gayeleri. Bunun son noktasıydı işgaller. Buna başkaldırı böyle başladı. Türkiye yok edilecekti. Buna başkaldırıdır. 1919'la başladı. Ağustos 1920'de Sevr'i imzaladık hükûmet olarak. Meclis'te onaylanmadı bu ayrı bir konu. Meclis kapalı olduğu için onaylanmadı. Açık olsa onaylanacaktı. Hükûmet temsilcileri Sevr'i imzalamışlardı. Sevr Anlaşması'nda Türklere bırakılan toprak parçası 100 bin kilometre kareyi bulmazdı. Üçgen şeklinde bir coğrafya parçası Türklere bırakılmıştı. Daha doğrusu o coğrafyaya sıkıştırılmıştı. Bu bir yok oluştur.

Atatürk olmasaydı ne Türkler ne de Türkiye olmazdı. Atatürk sadece Anadolu'yu değil Anadolu'daki Türk neslini de kurtardı. Türklerin ve Türkiye'nin yok edilmesine karşı da isyanın başlangıcı 19 Mayıs 1919'dur. 19 Mayıs, Millî Mücadele'nin başlangıcıdır. Bunu kim yapacaktı, halk yapacaktı. Oysa Türk halkı, 10-11 yıldır savaşıyor. Balkanlar, Birinci Dünya Harbi, 10 ayrı cephede ve Çanakkale'de savaşan halkta büyük bir yılgınlık söz konusu. Böyle bir durumda olan bu halkla bir devlet kuracaktı Mustafa Kemal. Millî egemenliğe dayalı tam bağımsız bir devlet kurmaktı amacı. Ordu terhis edilmiş. Ordu İstanbul'daki hükûmetin emrinde. Sınırları belli olmayan işgal altındaki bir ülkeyi kurtaracaksınız. O yorgun, o bıkkın, o bitkin, o yoksul halkla birlikte büyük bir yolculuğa çıkacaksınız. En yaygın ulaşım aracı kağnı. Atlı araba bir lükstü. Çift atlı araba daha da lükstü. Motorlu araç sayısı tüm ülkede sadece 100 kadar. Yarısı ordunun diğer yarısı ise hükûmetin kullanımında.

1919-1920'de ülkenin millî geliri 70 ABD Doları kadar. İki ayrı hükûmet, iki ayrı otorite var. Halk daha çok İstanbul'daki otoriteye itibar ediyor. Çünkü padişah ve halife orada. Diğer yerlerde de daha çok ağalar, aşiret reisleri, hocalara, itibar ediyor. Halk aydınlara itibar etmiyor. Aydınlar da son derece az ve aralarında müthiş bir ikilik var. Birbirine kurşun sıkıyorlar. Bu da halk arasında güvensizliğe sebep oluyor. Üç ayrı cephede savaşacaksınız. Zaten 10 yıldır savaşmışsınız. Millî egemenliği ve devleti korumak için Batı'da Yunanlılara, Güneyde Fransızlar ve İtalyanlar, Doğu'da Ermenilerle savacaksınız. Ve bunların hepsinden galip geleceksiniz ve bağımsız bir devlet kuracaksınız. O yıllarda bu mucize idi. İnanılmazdır. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu imkânsızı gerçekleştirdi. İstanbul'daki hükümet mücadele yolunu seçmedi. İşgalcilere karşı çıkmadı.”

PROF.DR. YONCA ANZERLİOĞLU: 19 MAYIS’IN DEĞERİ HİÇBİR ZAMAN UNUTULMAYACAK

Panelde son olarak konuşan Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim Üyesi Prof. Yonca Anzerlioğlu da, “Millî Mücadele Döneminde Dış Politika” konusunda değerlendirmelerde bulundu.

“19 Mayıs denilince Türkiye'de gençlik akla gelir.” Diyen Anzerlioğlu, görüş ve değerlendirmelerini şöyle ifade etti:

“Bizim için gençlik 6'dan başlar 70'e kadar çıkar. Bu memlekette yaşayan herkes Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekası söz konusu olduğunda 18 yaşındadır. 6'daki de 18'dir, 75 yaşındaki de 18'dir. Dünya bunun farkında değil. Ne zaman ki bir kalkışma söz konusu olur, 75 yaşındakinin 18'e nasıl dönüştüğünü o anda fark ediliyor. Millî Mücadele Dönemi'nde 19 Mayıs bizim için bir başlangıç. Türk Milli Mücadelesi için bir başlangıç. Şöyle dışarıya çıkıp da 19 Mayıs'ı kutlayıp kutlama konusunda oflayıp püfleyen bir gençlik olduğunu da biliyoruz. Okulda yapılacak olan törene gidip gitmemekte tereddüt eden gençleri de biliyoruz. Okula girmeden önce andımızı okutmamak üzere bir karar alındı. Evet, aldınız ama bu karara siz karşı çakamaz mıydınız? Derse girmeden önce velilere de esleniyorum, çocuğunuza andımızı okutamaz mıydınız? Sonra kalkıp İstiklal Marşı’mızı da okutmazsanız olur. Hayır, okutmazsanız olmaz. O marş, ‘Allah bize bir daha böyle bir marş yazdırmasın.’ diyerek yazılmış bir marştır. Ve biz kısa bir süre sonra 100. yılını kutlayacağız. 19 Mayıs'ın değeri hiçbir zaman unutulmayacak. Biz diyoruz ki, ‘Ey Türk gençliği.’ diye hitap ederek sizlere yüzünü dönen ve bu memleketi sizlere bırakan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün annesine de dil uzatılırken sesimizi çıkartmamız gerektiğini bir kez daha söylemek istiyorum.”

Anzerlioğlu, “Millî Mücadele'de dış politika denilince aklımıza ne gelir.?” sorusuna karşılık, şunları söyledi:

“Savaşıyorsunuz savaş meydanındasınız ama bir de diploması boyutu var bu işin. Diplomasi boyutunda ne gibi faaliyetleri imza atıyorsunuz? Birinci Dünya Savaşı'nda sizler, çok farklı cephelerde savaşmış insanların torunlarısınız. 1917'de evet Rusya savaştan çekildi. Millî Mücadele'yi yürütmeye başladığınızda bir tane ülke eksilmiştir. Devam ediyor diğerleri. İngiltere, Fransa, Yunanistan, Ermenistan, Ermeniler diyelim, Rumların Rusların desteği ile oluşturdukları ve çevirdikleri Erivan'da kendi kendilerine bir şey yapmış olabilirler. Biz savaşırken bu işin diplomasi ile nasıl çözülebileceğine de baktık. Emperyalizme karşı savaştan çekilmiş, kendi iç hayatında siyasi yaşantısında çok ciddi çalkantılar geçirmiş ezeli ve ebedi düşman olarak gördüğümüz Rusya, Millî Mücadele Dönemi’nde emperyalizme karşı aynı safta durduğumuz bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Ancak şurada bir durmak lazım. ‘Biz olaya aynı boyuttan mı bakıyoruz?’ diye. Bizim baktığımız boyut ‘bağımsız bir Türk devleti kurma’ noktasında, Rusya'nın baktığı boyut ise sahip olduğu ideolojisini yayabileceği bir Türk coğrafyasıdır. Evet, anti emperyaldir, ancak idealler farklıdır. Emperyalizmin karşısında siz evet yan yana durdunuz ancak hiçbir zaman Rusya'nın taleplerine de kapıyı aralamadınız. Batı'dan Yunan ilerleyişine karşı mücadeleyi verirken özellikle İngiliz destekli bir Yunan ilerleyişidir bu. ,

İhtilaf Devletleri’nin arasında var olan ayrılık noktalarını da çok iyi tespit edebiliriz. Bunu yapan kim Millî Mücadele'nin Lideri Mustafa Kemal Atatürk'tür. Fransız ve İngiliz'in, İtalyan ve İngiliz'in arasındaki sorunları tek tek tespit edip ayrı ayrı görüşmeler yaparak Türk Millî Mücadelesinin dış politikasını diplomasi yoluyla şekillendiren bir lider görüyoruz. Muhteşem bir asker, diplomat ve devlet adamı. Yani bir dahi ile karşı karşıyayız. 100 yılda bir gelir dahi demişlerdi evet bu da Türklere nasip oldu. Biz de dahi çok, bir tane Türk devleti de yok bizde. Bugün hala Anadolu merkezli düşündüğümüzde evet bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti var ama Anadolu'nun dışına çıktığınızda çok daha büyük bir Türk coğrafyası ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Dönelim tekrar Millî Mücadele'ye. Ortada bir Mondros Mütarekesi var. Mondros Mütarekesi'ni aykırı olarak başlayan işgaller ve buna dur demek için harekete geçen bir Ankara hükümeti var. 19 Mayıs 1919 başlangıçtı, Samsun, Erzurum ve Ankara. Şu anda yaşadığımız şehir Millî Mücadele'nin can damarıydı. Bizler biliyoruz ki Büyük Millet Meclisi kurulduktan sonra Ankara'da ilk yapılan şey siyasi bir organizasyon için harekete geçmekti ve bunun temelini netleştirdiler Ankara'da. Askerî bir organizasyona imza atmak gerekiyordu. Kuvayı Milliye ile o ana kadar elinde ancak düzenli bir orduya ihtiyaç var. Hemen bunun da temelleri atıldı. Bunlar yapılırken Meclis açıldıktan üç gün sonra Batı'nın karşısında bir denge unsuru olarak kullanabileceğimiz Sovyetler Birliği'ne dönerek anti emperyal kamptan ne yapılabilir sorusu soruldu. Bunu yaparken Batı'nın kendi arasındaki sorunlardan bahsettik. Evet, Osmanlı İmparatorluğu'nu yaptıkları gizli anlaşmalarla paylaşırlarken ortada çok ciddi bir sorun yoktu. Ama ne zaman ki İtalyanların payına verilen birçok bölge daha sonra savaşa dâhil edilen Yunanistan'a verilmeye çalışıldı, işte aralarındaki en büyük sıkıntılardan bir tanesi o zaman ortaya çıktı. Ankara hükûmeti savaşırken savaş alanında İtalyanlarla ve Fransızlarla temas etmeyi hiçbir zaman ihmal etmedi. Bu bize ne getirdi? Bu bize karşı taraftaki düşmanı parçalamayı getirdi. Siz savaş alanında ilerlemelerini durdurmaya çalışırken, Sakarya Meydan Muharebesi'ne kadar özellikle İnönü Meydan muharebesi sonrasında Batı sizinle temas etme gereğini hissetti. İstanbul hükûmeti elbette ki görünürdeki muhatapları olsa da Ankara hükûmetinde de bir temsilci istemek zorunda kaldılar. Ankara hükûmeti buna doğrudan hemen bir cevap mı verdi? Hayır. Çünkü muhatap Türk milletinin tek temsilcisi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir denildi. Ama çağrılabilme ihtimaline karşı da hazır bulunuldu. Sonuç İtalya'nın da arabulucuğu ile Ankara hükûmeti temsilcisinin de Londra'ya gittiğini görüyoruz. Nedir bu aralıklarla yapılman toplantılar ve konferansların hedefi? Mondros sonrası imzalatılmaya çalışılan Sevr Antlaşması'nın her seferinde biraz yumuşatarak Türklere kabul ettirmekti.

Londra'daki görüşme yine böyle bir şeydi. Ortaya çıkan önemli bir fırsat olarak değerlendirilebilir ? Neyin fırsatı? Dünyaya Misak-ı Millî'nin ne olduğunu haykıran bir heyet vardı orada. Değişen bir şey olmadı. Talepleri yine Sevr odaklıydı. Biz Misak-ı Millî'yi anlattık bir şey çıkmayınca tekrar savaş meydanına döndük. İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra da şunu gördük: Fransızlar sizinle temas etme noktasına geldiler. Temas etme noktasına gelirlerken, İngilizler ile aralarındaki çıkar çatışmalarını da belirtmek lazım. İtalyanlar sizinle uzlaşma noktasındalar. Fransızlar keza uzlaşmak için yol arıyorlar. Bu uzlaşmayı yapmaya çalışırlarken nasıl Sevr’in yumuşatılmış hâli masaya getiriliyor ise koalisyon halinde Fransa'nın istediği şey de geçmişten gelen o kapitülasyon geleneğini ne kadar devam ettirebilirim anlayışı idi. Yalnız şunun farkında değiller. Ankara hükûmeti böyle bir teklifi asla kabul edebilir konumda ve durumda değildir. Bu nasıl değişir? Sakarya Meydan Muharebesi'nin dönüm noktası. O ana kadar savunmada olan Türk Ordusu ondan sonra taarruza geçecektir ve taarruz ismiyle andığımız Başkomutanlık Meydan Muharebesi ya da Büyük Taarruz'la geldikleri gibi geri gideceklerdir. Çok ilginç bir detayı söylemek istiyorum. Mustafa Kemal Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra 13 Kasım'da malumunuz İstanbul'a ayak basmıştı. Mudanya Mütarekesi imzaladıktan sonra Ekim'de imzalandı mütareke. Lozan Konferansı'na gitmeden önce nerede konferans yapılacak bir de bunun tartışması yaşanmıştı. Ankara hükûmetinin istediği İzmir'de toplanılmasıdır. Çünkü İzmir semboldür. Türk Millî Mücadelesi'nin sembolüdür. Elbette ki Batı bunu kabul etmez. Çünkü yenilgiye uğradıkları bir noktadır orası. Sonuç Lozan olmuştur.

Lozan'daki barış görüşmelerinin başlangıç tarihi 13 Kasım'dır. Öyle karar vermişlerdir. Geldikleri gibi gitmelerinin resmi olarak başlangıcının tarihidir. Evet toplanamamıştır tam bir hafta sonra 20'sinde başlayacaktır ama kadere bakın geldiğinde İstanbul'daki gemileri gördüğünde ‘Geldikleri gibi giderler.’ dediğinde 13 Kasım'dı. Eğer toplanabilseydi Lozan'da belgelenecekti ama 20 Kasım'da belgelendi. Bu detay belki çok fazla bir anlamak ifade etmeyebilir ama önemli bir detaydır. 13 Kasım önemlidir, 30 Ekim önemlidir, 19 Mayıs önemlidir. Siz tarihinizin her bir detayını lütfen hafızanıza kazıyın. “Dedi.

Türk Ocağı Ankara Şubesi ile Gazi Üniversitesi Tarih Bölümünün birlikte düzenlediği, büyük ilgi ile izlenen"Atatürk ve Millî Mücadele"paneli, soru ve cevapları müteakip konuşmacılara verilen teşekkür belgesi ve Türk ocakları Ankara Şubesi yayınlarının takdiminden sonra sona ermiştir.

Prof.Dr. Cemalettin Taşkıran'a Teşekkür Belgesini Prof.Dr.İlhami Durmuş veriyor.

Prof.Dr. Mustafa Turan'a teşekkür belgesini Prof.Dr. Konuralp Ercilasun verirken.

Prof. Dr. Yonca Anzerlioğlu’na teşekkür belgesini Şube Başkanı Türkân Hacaloğlu verirken.

 

 

 

Paylaş

O Sadece Mustafa Kemal Değil, O TÜRK’ÜN ATASI ATATÜRK’TÜR

Türk milletinin ve mazlum milletlerin kötü talihini değiştiren üstün kişiliği ile çağa damgasını vuran büyük önder ATATÜRK’Ü aramızdan ayrılışının 83.Yıl dönümünde minnet ve saygıyla anıyoruz.

Tarihte bin yılda bir gelebilecek üstün nitelikli devlet ve fikir adamı ne mutlu ki Türklüğün en zor günlerinde bizim milletimize nasip oldu. O’nun üstün devlet ve fikir adamlığı sayesinde vahşi Batının “hasta adam” olarak nitelendirdiği Osmanlı Devleti’nin külleri arasından bugünün güçlü modern Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu cumhuriyetin evlatları olarak da biz bağımsız lâik ve demokratik Türk devletini kanımızın son damlasına kadar koruyup yaşatacağımıza and içmişiz…

Vatanı, milleti, namusu, şan ve şerefi için hayatını feda etmekten çekinmeyen, yolundan ve sözünden dönmeyen, vatan yaptığı her yerde, ilim ve kültür meşalesini tutuşturan insan Türk’tür. İşte o Atatürk’tü.

Gazi Mustafa Kemal “Ne mutlu Türküm diyene” diyerek özünü bu sözle ifade etmiştir. 

Büyük adamlar ancak büyük milletin bağrından çıkar. Bir düşünürümüz ‘’Türk Milletinin portresini sadakatle çiziniz o zaman Atatürk’ün portresini çizmiş olursunuz’’ der.

O çok özel bir şahsiyetti. Çünkü O şahsi ihtiraslarını millet yolunda hizmet gayesine veren bir Türk’tür.

O Kişi oğlu kişi değil, bir ülkü bir düşünce sistemi medeni hayatın gücü kaynağıdır.

O insanlık idealine aşık, faziletin timsali, karanlığa düşmüşlerin ümit ışığı ve meşalesidir. Çekin ellerinizi Atatürk’ümüzün üzerinden onu sağa sola götürmeyin. Onun adını ucuz politikalarınızla kirletmeyin. Çünkü O milli dehânın tam Kemâlidir. Türk’ün hem celâli hem cemalîdir.

 Asırlar boyunca hür yaşamış bu milletin gözü pek alnı açık vicdanı temiz Türk! Atatürk.

Vurunca kılıç kesmeyen, bir acı sözle devrilen zalimlerin başına balyoz, acizlerin derdine derman kaya gibi sert, ipek kadar yumuşak, insanlık tarihinin onuru Türk! Atatürk.

Omuzuna attığın gurbet heybesiyle dağlara, ovalara, vadilere medeniyet tohumlarını eken, geçtiğin her yerde uyuyan insanları uyandıran, aydınlığa kavuşturan Türk! Atatürk

“Bir gün İstiklâl ve Cumhuriyetine kast eden düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olur” demiştin.

Cumhuriyeti emanet ettiğin Türk Gençliği galibiyetin mümessili olarak Vatanı böldürüp bayrağını asla indirmeyecektir…

İktidarda olup gaflet ve delalet içinde onları uyandıracak, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini daima koruyacak milletine ve devletine sahip çıkmak en büyük ülküsü ve ideali olacaktır. Her şeye rağmen bil ve inan ki Türk milletinin düzenini bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Birlik ve beraberliğimize gölge düşürmek isteyenlere asla müsaade edilmeyecektir.

“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onun top sindiremez.

Sahipsiz olan bir vatanın batması haktır.

Sen sahip olursan bu batan batmayacaktır.”

Aziz Atatürk kurduğun son Türk Devletini ecdadımızın son yadigarını aziz vatanımızı bölmek parçalamak isteyenlere arkanda bıraktığın Türk Gençliği asla müsaade etmeyecektir. Ellerine tutuşturduğun ilim, irfan meş’alesini söndürmeden ebediyete kadar taşıyacağına inanıyorum. Naçiz vücudun toprak oldu ama Türk devleti milletiyle sonuna kadar yaşayacaktır. Mehmetçik nöbetini tutuyor, vatanını kahramanca savunuyor. Rahat uyu Atam.

O Türklüğün eşsiz lideri Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ü ve silah arkadaşlarını, şehitlerimizi, gazilerimizi bir kere daha rahmet, minnetle anıyorum. Ruhları şâd olsun.

Türkan HACALOĞLU

Ankara Türk Ocağı Başkanı

İSTİKLÂL MARŞI KABULU

Yayınlar

Sosyal medya