Kentlerin Mahremine Sanatla Dokunmak

2022-02-20
Türk Ocakları Ankara Şubesinin 19 Şubat 2022 Cumartesi günü, Ankara Kalesi Emin Antik Sanat Merkezin de gerçekleştirdiği Felsefeci,Yazar, Sanat Eleştirmeni Ümit Yaşar Gözüm konuk olduğu‘’Kentlerin Mahremine Sanatla Dokunmak’’ Konulu toplantıda Sanat Merkezi Başkanı sayın İbrahim Terzioğlu’nun açış konuşması ve Şube Başkanı Türkân Hacaloğlu’nun teşekkür  konuşmalarından sonra sayın Ümit Gözüm konuşmalarında özetle:
 
‘’İnsanoğlu mekân ve zaman algısıyla kuşatılmış bir dünyanın içerisinde. Mekân ya da kentler, insanların yaşamlarını sürdürdükleri yerleşme/coğrafya olmanın dışında insanı biçimlendiren ve onun tarafından biçimlendirilen toplumsal boyutu ifade eder.
 
Mahrem/ve/Sanat: 
Mahrem başkalarının duymaması, öğrenmemesi gereken, gizli ve özelimizse: Sanat da, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesidir. Bir duygunun, tasarımın, güzelliğin vb. dışavurumunda, anlatımında kullanılan yöntemlerin tümüdür. Buradan hareketle. kentlerde Mekân Mahremiyetinin İhlali ve Teşhirini konuşmalıyız. Tıpkı yoldan çıkmış bir insanın savruluşları gibi. Bu noktada sormamız gereken sorulardan birisi de yoldan çıkmanın ne olduğudur. Temelde ilişki düzenleme ve ilişkiyi kontrol etmekte sınır oluşturma anlamına gelen mahremiyet kavramı, mimari üzerinde bir belirleyici konumundadır. Görsel, işitsel ve kokusal mahremiyeti yok sayarak bir yere varabilir miyiz!
 
Kentleri konuşurken; Kamusal alanı, kentsel mekanları, kentsel alanları konuşmamak olabilir mi! O zaman bireyin mahremiyet içgüdüsüne cevap verebilen mekânsal düzenlemeleri bütün boyutlarıyla düşünüp sorgulamak hatta bu anlamda mimarinin felsefi sorgulamasını yapmadan bir  yere varılabilir mi! 
 
Kentsel mekânların kişisel mahremiyetin tasarım sürecine dâhil edilmesi insani bir zorunluluktur. Hangi inanç ve yaklaşıma sahip olursa olsun, hatta mahreme inanmak istemeyenlerin bile ötekiler üzerinde yaratacağı olumsuz etkiyi dikkate alan bir sanat olarak düşünmeliyiz mimariyi. Kişinin çevre ile ilişkisini düzenleme aracı olan mahremiyete mimari tasarımlarda öncelik vermek gerektiğinin bilincinde olmalıyız.
 
Mekân mahremiyeti nedir? Mimari elemanlar ile “sınır” oluşturularak elde edilen şey mekânsal mahremiyet tir. Mekânsal mahremiyete yönelik olarak “mahrem olan mekân değil, mekânlar arası olması gereken ilişkidir” aforizmasını yok saymak büyük yalnılgı olur. Çünkü, mahremiyet ile sınır arasındaki güçlü bağlantı vardır.
Hatırlanması gereken bir başka husus da mekan insan hiyerarşisinin varlığıdır. Bireyin ruhsal dinginliğine öncelik verecek mekan ferahlığını esas alan mekanlar yuvalar yapmakla başlamalı işe. Sonra toplumun nefes alancağı meydanlar parklar, sanat eserleriyle görsel zenginlik oluşturacak estetik ahenkli çözüm üreten kentler planlanmalı.
Mahremiyet ve Kamusallık birbirinin karşıtı şeyler değil, birbirini tamamlayan şeylerdir. Mutlu bireyler mutlu toplumları, yaratıcı düşünceyi oluştururlar. Kentleşmeyi, toplumsal gerçekliği merkeze alan ve sosyokültürel bir gelişme olarak görmeyen bir mimari ve sanat anlayışı ruhsuz mekanlar ve mutsuz insanlar yetişmesine zemin hazırlamanın ötesine geçmez, geçemiyor. 
Kentli Olmanın Neresindeyiz sorusunu soran bir toplum sosyolojisine ihtiyaç var. Kentlilerin özel yaşam alanlarını kapalı ve denetimli sitelerine uzanan bir mimari ve toplumsal macerayı okumak mümkün oluyor. 
Tarihimize baktığımızda sözünü ettiğimiz macera sadece saraylıların değil, olağan kentlilerin, "sokaktaki adam"ın gündelik yaşam macerasıdır. O zaman mimariye, mühendisliğe yaklaşımımız: Mekân inşa etmenin farklı biçimlerinden biri olarak görmeliyiz kentleşmeyi. Kent kültürü; yapısal özellikleri ve maddi öğelerinin dışında hayatın daha derinine nüfuz eden bir hayat şeklini ifade etmektedir.
 
Kent ve Sanat bağlantısı sıradan bir bağ değildir. Estetik algı kent veya mekânların bulunduğu düzlemden etkilene. rek gelişmektedir. Her davranışın mekân düzleminde estetik bir karşılığı olduğu asla göz ardı edilmemeli.  Öyle ki insan yapıp eyledikleriyle mekân içerisinde kalıcı izler bırakmakta ve bu izlerin ışığında yaşamını sürdürmektedir. Toplumlar sahip oldukları öğeler, değerler ve imkânları nispetinde bir medeniyet inşa ederler. Medeniyetlerin izlerini taşıyan kentler yapı ve sanat eserleriyle medeniyetin iz düşümü olarak karşımıza çıkarlar ki; kent yaşamının bireysel ve toplumsal hayattaki dönüştürücü etkisi, mahremiyet alanında daha güçlü olarak çıkar karşımıza.
 
Modernizm, Post Modernizm ve nihayet Dijital Çağ bir yandan gelişmeye yeni ivme rolü görürken, bildiğimiz disiplinler arasılığı yoldan çıkaran bir çizgide ilerledi, ilerliyor, ilerleyecek. Kentin yapısal ve kültürel dinamikleri,  modern unsurlarla birlikte toplumsal değişimin önemli parametrelerini oluşturmaktadır. Bu bağlamda kentin ve modern unsurların merkezinde yeniden öne çıkan mahremiyet olgusunu dönemin ruhu içerisinde yoğurmak ve insan mutluluğunu öncelemeliyiz. Klasikten, modernizme, post modernden dijital çağa mahremiyeti; kapsamı, sınırları ve boyutlarıyla yeniden ele almalıyız. Yaşadığı değişimi sorgulayarak ilerlemesini sağlamalı insanoğlu.
 
Biliyoruz ki; 20.Yüzyıl  toplumları, büyük savaşların, ideolojik kavgaların yarattığı dayatmalarla toplum sosyolojisini rayından çıkararak Mahremiyetin ihlalinin en kötü örneklerini vermiştir. Oysa unuttuğumuz insan insana nasıl ki, aşk ve sevgiyle dokunuyorsa, kentlere, mekanlara da öyle dokunmak gerektiğini yeniden hatırlamalıyız.’’ Diyerek sözlerini tamamladı.